MetropolitMesaji
Paskalya Diriliş Bayramı Metropolit Mesajı - 2019
Bu gün Diriliş Bayramıdır, ancak üç gün önce İsa’nın on bir Elçisi dağınık ve karamsardı. İnandıkları her şeye çelişkiyle bakıyordu. Onların durumu kritikti, her ne kadar gözleri önünde İsa her şeyi yalın ve açık yaptığı halde, yine de çelişiyorlardı. Biz de öyle değil miyiz? İsa’ya dönüşümüzde tereddütlüyüz. Bağlılıklarımızda tereddütlüyüz. İmanımızda tereddütlüyüz, iyilikleri işlerken tereddütlüyüz, ibadetlerimizde tereddütlüyüz ve orucumuzu tutarken tereddütlüyüz, ama gelin görün ki, İsa’nın ölüme karşı zaferindeki ‘Diriliş’ hem onların (on birlerin), hem bizlerin yüreğinden tereddütlerimizi sıfırlayarak onun yerine coşku ve sevinç sellerini yürüttü. Genel ölümle ilgili, kilisenin üç görüşü var: ilki, insan soyu atalarının dirlik ve refah bölgeden ayrılmaları, Yaratıcı Allah’ın kontrolünden çıkışlarıyla, farklı denetimlerin altına girmesidir, bu onlar için bir felaketti, lakin aynı zamanda ölüm kadar acı bir belirsizlikti. Kilisenin ikinci görüşü: suça bürünen insan doğasının; buna artık insan bedeni mi diyeceksiniz, yoksa insan varlığının tümü mü diyeceksiniz? Velhasıl, ne dersek diyelim, kesin olarak sonsuzluktaki hareket enerjisini yitirmiş olmasıydı. Bahsettiğimiz, enerjinin kaynağı can, kaba bedenden uzaklaştırılmasıyla bedenin ana maddesi toprağına dönüşüdür. Müşahede ettiğimiz bu tarz ölüm, yer yer tüm insanları kapsadığı da her canlının ortak kanaatidir. Kilisenin üçüncü ve en çetin görüşü, sistem çöküşünün son gününde; İsa’nın kuracağı mahkemedir. Yargıcın şu sözü asıl ikinci ölümü işaret eder ve sarsıntısı, insanın iliklerine kadar iner ve ona nüfuz eder. Ebedi Yargıç İsa’nın sözü: “Bunlar sonsuz azaba, doğrular ise sonsuz yaşama gidecekler” (Matta 25:31-46). ‘sonsuz’ ibaresi, sınırsız süre demektir. İnsan ister istemez bir ikilemle karşı karşıyadır. Ya ağacı kötü edersin, meyvesi de kötü olur. Ya da ağacı iyi edersin, meyvesi de iyi olur. İşte tam da bu seçimimizle henüz hayattayken bu çaresizliğin karşısında, tamamen umutsuz değiliz. Kulağımıza yabancı gelmeyen ‘Son Çağrı’ anonsu gibi bir şey yanı: kararlılıkla insan, helake götüren yol kavşağından, konforlu yaşama doğru rotasını değiştirebilir.
Fikir fikri kovalarken, ister kusurlu doğamızla ilgili yoğunlaşan ölüm teorileri üzerine olsun, ister azametli ve masum Rab İsa’nın Kurtarıcı Ölümü üzerindeki düşürücü spekülasyonlar olsun; menfi görüş sahipleri; ölüm gerçeği çevresinde saldırgan kuzgunlar gibidir! Kuzgun, temizdir, kirlidir demeden leşe hücum eder ve içine dalar. Bu anlatımla kuzgunların misali, gerçekleri bayağılaştırmak isteyen ve mevzuata sapkın düşüntülü havadan açıktan yanaşanları düşünürken; binlerce yılı aşkın belgeleri buğu örtüsüyle örterek yok sayamayız! Kanatlıların başka bir soyu da güvercinlerdir. Güvercinler, doğalarının gereği temiz ve garez beslemeyen alımlı yapılarıyla sevilir kuş türüdür. Güvercinler saptamış sağlıklı doğmanın masumiyet karinesini uslarında koruyan mütemayiz simgedir, kutsal atalarda olduğu gibi. Kuzgun, sapkınlık, güvensizlik ve sadakatsizlik işaretidir. Yahudi yetkilileri, o günkü vali Pilatus'tan çarmıha gerilenlerin bacaklarının kırılmasını ve cesetlerin üç haç üzerinden indirilip kaldırılmasını istediler. Yahudilerin bir nevi ‘Hazırlık günü olunca, cesetlerin Cumartesi günü çarmıhta kalmasını istemiyorlardı. Çünkü o Cumartesi günü büyük bayramlarıydı. Bunun üzerine askerler gidip çarmıhtaki birinci adamın bacağını kırdı, sonra da İsa'yla birlikte çarmıha gerilen öteki kişinin bacaklarını kırdılar. Haç üzerindeki İsa'ya gelince O'nun ölmüş olduğunu gördüler. Bu yüzden bacaklarını kırmadılar. Fakat askerlerden biri, O'nun böğrünü mızrakla deldi. Böğründen hemen kan ve su aktı. -bu, Mesih İsa’nın yaşam kaynağı olduğunu gösteriyordu- Bunu gören adam tanıklık etmiştir ve tanıklığı doğrudur. Doğruyu söylediğini bilir. Siz de iman edesiniz diye tanıklık etmiştir. Bunlar: Onun bir tek kemiği kırılmayacak, diyen Kutsal Yazının yerine gelmesi için oldu. Yine başka bir yazıda: “Bedenini deştiklerine bakacaklar” (Yuhanna 19:31). Kilisenin bir şarkısında, boş yaşayışımızdan dönüş yaparak: ‘Ona bak ey zavallı, bulursun hayat, bulursun rahat; O seni eder halas (kurtarır) deniyor. Doğru olanın dertleri çoktur, …Bütün kemiklerini korur ve hiçbiri kırılmayacak’ (Mezmur 34:19-22). İşte bizden kaynaklanan Rabbin dertleri çoktur, bu gün yeni yaşamı kazanalım diye, ıstırabı evet ölümü bile kabul etmiştir. O, bizim için bu dertlere katlandı. Yüzü bize gizli, korkutucu ve bilinmeyen bir Allah mı canımız çeker, yoksa paylaşımcı ve kucaklayıcı bir Allah mı? Elbette ki günah hariç, bizimle her şeyi paylaşabilen bir Allah’ı isteriz.
Ölüm nedir? Ölüm anında neler olduğunu hep merak eder dururuz. Ölümün huzurlu ve keyifli bir süreç olduğunu belirtenler de var. Hatta şöyle düşünenler de var: Hepimize bir bilinmezlik gibi gelen ölüm aslında düşündüğümüz kadar ilginç ya da acılı bir durum değil mi? Diyorlar. Ünlü şahsiyetler: ölümün huzurlu ve keyifli bir süreç olduğunu belirtiyor. Aynı zatlar, ölüme yakın tecrübeler yaşayan bazı insanların ölmüş hayattaki yakınlarıyla iletişime geçtiklerini belirttiğini, fakat bu hissin ölüm sonrası yaşama bir kanıt olamayacağını da söyledi. Biz buna yanıtla şöyle diyoruz: sizin veya başkasının iddia ettiği gibi ne ciddi bir iletişim kurulmuştur şimdiye deyin bir müteveffadan yakınına, ne de ölüm sonrası: ‘Yeni Yaşam Yoktur’ çelişkili iddianıza boyun eyeriz. Aynı kişi: fiziksel anlamda ölümü bir süreç olarak tanımladı ve ölümün siyah ya da beyaz anlardan oluşan bir durum olmadığını açıkladı. İşte tam da burada, iddiamıza ve inancımıza göre: fizik içinde fiziğimizi ayakta tutan fizik ötesi diye savunduğumuz ‘enerji kaynağı olan can’ fizyolojik yapımızı bırakıp gitmesidir. Aynı kişi: ölüm süreci başladığı anda beyne giden oksijen kesiliyor ve bu da beyin sisteminin bir anlamda kapanmasına sebep oluyor. İşte tam da bu noktadan sonra kişinin dış dünya ile bütün iletişimleri kesiliyor ve bilinç tamamen kapanıyor. Kalp durduğu anda tüm yaşamsal bulgular tamamen yok oluyor. Kalbin durması, beyne ve böbreklere giden kan akışını da durduruyor. İşte tam da bu anda yaşamsal hiçbir belirti göstermeyen insanı, tıp dünyası onu ölü olarak kabul ediyor. Hıristiyan kanaate göre ise: ayaklardan başlayan can alma ameliyesi, buruna doğru ilerleyerek bedenden çekilir ve ayrılır; tıpkı yaradılışta Tanrı tarafından dikilen Âdemin büstüne burnundan üfleyerek, yaşayan bir can olsun diye ona yaşam kaynağını verdiği gibi; demek ki tam çapraz bir işlemle bu işlerin merkezine döndüğünü kabul ediyoruz. Aynı kişinin kendiyle çelişen şu görüşüne yer verelim: Ölüme yakın deneyimler yaşayan kişiler, ölenin ılık ve parlak bir ışığa doğru gittiğini belirtir! Tanrı dışında ışık kim? veya başka ne olabilir? Devam ediyor: Bu ışığın oldukça huzurlu ve rahatlatıcı olduğunu ve -bu kitlesel ışıkla bütünleşen bir kimsenin- geri dönmek istemeyecek şekilde Ona doğru yöneldiği söylenir. Başka bir görüş de şöyle: Ayrıca yine ilginç bir şekilde, ölüm ile yüzleşince Tanrı ve ölümden sonra yaşam inancı, herhangi bir dine inanmayan insanlarda bile artış gösteriyor. ‘Gerçekte kimse ölümün ne olduğunu bilmiyor, ölüm, belki insana verilen en büyük iyiliktir; ama en büyük kötülükmüş gibi ondan korkuluyor’ (Sokrates). Bu görüşlerin bir kısmı araştırmacılara aittir.
Ölümle ilgili aşırı görüş ileri sürebiliriz, kısacası bizler intikam falan peşinde değiliz, ne de düşmanlığı körüklüyoruz. Yine de İsa’nın Ölümüyle ilgili şunları öne çıkaralım: İsa henüz genç yaşlarında iken toplumların işlediği ortak bir cinayetle gitti, bunlar o zaman ki Romalılar ve Yahudilerdi. İsa, insanlara Göksel Hükümranlığı müjdeliyordu, insanların yüksek manevi refahını düşünüyordu, öylece sıkıştırıldı, kıskaca alındı ve sonunda öldürüldü. Bu ölüm şekline kurbanlık takdime de diyebiliriz. İsa ölürken ‘Tanrılığı, mezara terk ettiği bedeninden de ölüm diyarına sörf eden canından da bir an olsun ayrılmadı’ (Bar Salibi). Bu özel Kişinin işte bu önemli farkı ve özelliği var. O dünyadayken, aynı zamanda mezardayken ilahi doğasından ve yüce arşından bir lahza olsun kopmadı. İsa üç gün ve üç gece ölümünden sonra Tanrılığına yakışır biçimde şeytanı, günahı ve ölümü yenerek zaferle dirildi. Adına övgüler ya da Halelüye diyelim. Pavlus dediği gibi, bizler Mesih'in kulları olarak, kardeş olmaya aday olanlara Tanrının Müjdesini yaymak üzere, çağrılanlara bizlerden bir deste selam ve sevgi sunmaktan başka ne olabilir? ‘Tanrı'nın Oğlu, Rabbimiz Mesih İsa'yla ilgili bu Müjdeyi peygamberleri aracılığıyla Kutsal Yazılarda önceden vaat etti. Rab Mesih İsa, beden açısından Davut'un soyundandır; kutsallık ruhu açısından ise ölümden dirilmekle Tanrı'nın Oğlu olduğu kudretle ilan edildi. Her ulustan insanlar iman edip söz dinlemesini sağlamak için Mesih aracılığıyla ve O'nun adı uğruna Tanrı lütfuna ve elçilik görevine sahip olduk. Mesih İsa’nın seçilmişleri olarak sizler de, bu uluslardansınız. …-böylece- bütün sevdiklerine, Babamız Tanrı'dan ve Rab Mesih İsa'dan -bu Bayramla- size lütuf ve esenlik olsun’ (Romalılar 1:1-7) âmin…
Adıyaman ve Çevre İller
Metropolitliği
28.04.2019